Tuesday, May 24, 2016

Çilekli Muzlu Pembe Yulaf Lapası

Yulafla aram her zaman iyi olmuştur ve bir gün mutfağımda Oscar töreni düzenlenecek olsa "en iyi yardımcı oyuncu" ödülüne aday olacağından kesinlikle eminim. Ev ekmeğimden kurabiyelerime, sebze/tahıl köftelerime ve protein toplarıma pek çok tarifimin içinde yulaf var evet, ama önce bir sor neden var?


Çünkü:
1- Her şeyle uyumlu bir lezzet
2- Pişmiş, az pişmiş ve çiğ olarak tüketilebiliyor
3- Uzun süre tok tutuyor
4- Glisemik endeksi düşük yani şekeri zıplatmıyor (100 gr yulaf ezmesinin glisemik yükü 39)
5- Protein oranı yüksek (100 gr yulaf ezmesinde 13 gr protein var)

Geçenlerde Michelle Shimmy'nin bir pole atleti olarak nasıl beslendiğini anlattığı Eat, Move & Shimmy adlı kitapta güzel bir porridge yani yulaf lapası tarifi görünce uzun zamandır kahvaltıda porridge yemediğimi fark ettim ve yeniden denemek için heveslendim. "Pimp Your Porridge" derken sonuç "Pink Your Porridge" şeklinde gerçekleşti ve çilekli muzlu pembe yulaf lapası tarifim o kadar lezzetli oldu ki 10 gündür haftasonu hariç her gün porridge'e abandım çünkü şaka maka değil bayağı bayağı muhteşem oldu. Tabii benim zevkime göre :))) Alın size tarifi...

Aslında fotoğrafta göründüğünden daha pembe.
Harbiden :)

Çilekli Muzlu Pembe Yulaf Lapası

-1/2 bardak yulaf ezmesi
-1 bardak çok hafif tatlandırılmış Alpro Bio Soya Sütü
-Çilek (5-6 adet)
-Muz (1 adet küçük boy yerli muz ya da yarım veya 3/4 büyük çikita muz)
-1 yemek kaşığı kadar kıyılmış ceviz
-1-2 çay kaşığı haşhaş tohumu (çıtırlı pıtırlı şahane bir doku için)
-1 fiske tarçın (cennete ekspres yolculuk için)

Meyve, yulaf ve soya sütünü küçük bir kapta birleştirin. Meyveleriniz doğranmış olsun ama meyve olayını abartmayın. Ben meyveye baktığımda sadece şeker görüyorum ve belki bu benim kendi manyaklığım ama aşırıya kaçmaya gerek yok. Mesela dev bir muzu her defasında tamamen tüketmek gerektiğini kim söylemiş? Aslında yarısı ya da 3/4ü yeterli ve muzu kabukluyken bıçakla kesip kalan parçayı gün içinde gömebilirsiniz. Daha sonra tüm malzemelerin evlerine ateşler düşsün ve onları orta/kısık arası ateşlerde arada karıştırarak pişirin.

5-6 dakika içinde yulaflar iyice yumuşadıktan sonra üzerine kıyılmış ceviz, haşhaş tohumu ve tarçın serpin ve anne karnına dönmeye, bulutların arasında yüzmeye hazır olun. Üstelik çileğin verdiği renk sayesinde kendinizi pembe bulutlar arasında takla atarken bulacaksınız ki bu da ayrı bir keyif.

Bu benim en beğendiğim varyasyonlardan biri ama temel tarife ve zevkinize göre sınırsız seçenek deneyebilir, yaratıcılığınızı konuşturabilirsiniz.

Temel tarifimiz ne mi?

- 1/2 bardak yulaf ezmesi
- 1 bardak soya sütü/süt/su
- Meyve (Muz, elma, çilek, armut, ananas artık aklınıza ne gelirse - ve abartmadan!)
- Kurutulmuş meyveler (hindistan cevizi, yaban mersini, kuru üzüm - ana meyvelerle birlikte pişmeden önce ekleyin!)
- 1 yemek kaşığı kabuklu yemiş (kıyılmış ceviz benim en sevdiğim ama badem, kaju, iç kabak ya da ay çekirdeği vs her şey olabilir)
- Ekstralar (Tat ve doku için ben haşhaş tohumu ve tarçından vazgeçemiyorum ama kendiniz deneyin. Atıyorum rendelenmiş hindistan cevizi, kakao, keçiboynuzu tozu vs vs ama yağ ve şeker oranını zıplatmamaya çalışmanızı öneririm)

Özet:  Lezzetli, çekici, uzun süre tok tutan ve proteini bol bir kahvaltı için yulaf ezmesi, süt ve meyveleri 5-6 dakika pişirip üzerine yemiş ve tarçın vs. ekleyip afiyetle yiyin. Meyveleri abartmayın demiştim değil mi? Eğer hafif tatlandırılmış bir tahıl sütü kullanmıyorsanız biraz bal ya da pekmez ekleyebilirsiniz ama bence onu da abartmasanız iyi edersiniz :)))


Michelle Shimmy'nin beslenme yaklaşımını merak ediyorsanız: link  

Veeee bonus olarak da buyrun size bir başka pole beslenme kitabı: The Pole Diet.

Ücretsiz olarak anında indirebilen kitabın yaklaşımı, büyük ölçüde vejetaryen/vegan beslenmeye eğilen Shimmy'den biraz daha farklı ama benim bu kitaptan edindiğim en güzel ve değerli anahtar bence şu:


Kitapta her öğünden önce kendinize şu soruyu sormanız öğütleniyor: Önümüzdeki üç saat boyunca ne yapacağım? Tembellik edip boş boş oturacaksanız yemeği ya da sefayı abartmamakta fayda var. Ayrıca benim fikrime göre yediğiniz yemeğin miktarıyla alınan zevk arasında doğrudan bir ilişki olduğu yanılgısını bir kenara bırakmak gerekiyor. Yani ne kadar çok yerseniz o kadar zevk alıyorsunuz diye bir şey yok. Hatta abartıya kaçtığınız anda işin zevkini de kaçırmaya başlıyorsunuz. Neyse, bu konudaki kişisel yaklaşımımı ve yumurtlayacağım her türlü ukalalık ve cevherleri şimdilik bir başka yazıya bırakıyorum.

Konumuza yani "The Pole Diet" kitabındaki önerilere dönersek, antrenman öncesi/sonrası bedeninizin ihtiyaçlarını dinlemek önemli. Fakat belki en önemlisi de "yaaa hayvan gibi antreman yapıyorum/yaptım yiyecem tabii" yanılgısına düşmemek. Bir kere daha söylersem kızmazsınız umarım ama kendi hayatımda her ne kadar sürekli ve kusursuzca uygulayamasam da bence işin sırrı yalnızca bu: abartmayın işte kardeşim!

Rock the kitchen, burn the pole... 



No comments:

Post a Comment